tomkkar
  Makaleler 4
 
 


Eskimeyen Pazar Kültürü

Tüm pazarların işkence sahaları olduğunu düşünürdüm. Pazara giden ya da pazardan dönen insanları gördüğümde pazara gitmeye nasıl cesaret ettiklerine şaşırır kalırdım. Ta ki üniversiteyi şehir dışında okuyup, o şehirdeki köy pazarlarını tek tek gezerek aslında pazarın bir kültür olduğunu fark edene kadar,İstanbul’da yaşayan ve küçük yerlerin pazarlarını görmeyen herkesin pazar kelimesini duyunca gözünün önünde hemen hemen aynı görüntü belirir.“Gel abla gel” diye bağıran, “seçmek yok” diye uyarı yapan pazarcılar, üzerinde fiyatı yazmayan sebzeler, meyveler, çocuğunu kaybetmemek için pazarda alışveriş yaptığı süre boyunca çocuğunun elini asla bırakmayan ebeveynler, pazarın tam orta yerine herkesin yürüyüşünü, alışveriş yapmasını engelleyen, pazar alışverişini işkenceye çeviren simitçiler, mısırcılar, sucular, itişler, kakışlar, vs. Durum böyle olunca pazar kültürü diye bir şey kalmıyor; pazarlar kültürsüzlük olarak nitelendiriliyor.Etrafımdaki bir çok ev kadını pazarda yaşadığının eziyet olduğunu düşündüğü için pazara gitmek yerine süpermarketlerden alışveriş yapıyor artık! Bazı belediyeler pazarların görüntü kirliliği yarattığını gerekçe göstererek birçok pazarı ortadan kaldırmaya başladı bile.Peki İstanbul’un göbeğinde Şişli-Feriköy’de keyifle alışveriş yapabileceğiniz, satın aldığınız ürünün üreticisiyle birebir iletişim kurabileceğiniz, hatta kendisinden yemek tarifi alabileceğiniz, beraberinde getirdiğiniz çocuklarınızı oyuncak tezgâhına oyun oynamaya bırakarak gönül rahatlığıyla alışveriş yapabileceğiniz, alışverişinizi yaptıktan sonra dinlenmek için çay ocağında mis gibi organik çay içip, organik gözleme yiyebileceğiniz, eve dönüşünüzün Taksim’e kadar olan bölümüne Şişli Belediyesi’nin tahsis ettiği servisle gidebileceğiniz ve en önemlisi pazardan aldığınız her ürünün 0 ekolojik ve sertifikalı olduğundan emin olabileceğiniz bir pazarda alışveriş yapmak istemez misiniz? Bir yılı aşkın bir süredir Buğday Derneği olarak organize ettiğimiz 0 Ekolojik Halk Pazar'ında; eskimeyen pazar kültürümüzü yaşamaya herkesi davet ediyorum. Pazarımıza gelerek sizler bedeninize, evinize, sevdiklerinize fileler dolusu sağlık taşıyacak, çiftçilerin emeklerine hayat vereceksiniz. Bizler sizlerin desteğinizi hissettikçe bu projeyi sürdürmek için güç kazanacağız. Çiftçilerimiz kilometrelerce uzaklardan getirdikleri ürünlerine verdikleri emeğin bir nebze de olsa karşılığını almış olacaklar. Ayrıca 0 Ekolojik Halk Pazarı’na gelerek, ekolojik ürünlere rahatlıkla ulaşabilir, doğa ile uyumlu yaşama katkıda bulunabilir, ekolojik dengenin korunmasına destek verebilir, Türkiye’nin ilk ekolojik pazaryerinin sürdürülebilirliğini sağlayabilirsiniz. Hem de kültürsüzlüğe doğru giden pazar kültürünün yok olmasını engelleyebilirsiniz.
Kültürümüz kültürsüzlüğe dönüşmesin! ! !.

 

Acı'daki hikmet...... Verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah'ım! "Gün gelecek Allah'a bana yaşattığı bu sıkıntılar için şükredeceğimi biliyorum" demişti bir arkadaşım. Belki de hayatının en zor günlerini yaşıyordu. Zorlukların insana ne kadar büyük dersler verdiğini uzun uzun konuşmuştuk. Bir acının öğrettiğini bin kahkahanın öğretemeyeceği üzerine birçok örnekler vermiştik o konuşmamızda. Aradan iki yıla yakın bir zaman geçince arkadaşımın haklı çıktığını gördük. O günlerin acı görünen olaylarının, kendisine ne kadar büyük kapılar açtığını gördükçe "verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah'ım!" demeye başladı. Gündüzleri fırsat buldukça bir araya geldiğimiz arkadaşıma o günlerde aşağıdaki hikayeyi yollamıştım. Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de pahalıya almamıştı. Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi; "Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi. Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu! Kekeleyerek: "Nasıl? Anlayamadım?" diyebildi yaşlı kadın. "Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp: "Yeter! Lütfen dur artık!" diye bağırmak zorunda kaldım. Ama usta sadece gülümsedi ve; "Daha değil!" diye cevapladı beni. "Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndüm, döndüm, döndüm. Döndükçe başım da döndü. Sonunda yine haykırdım: "Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!" Ama usta bana bakıp gülümsüyordu: "Henüz değil!" "Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı. Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu. Aklımdan şöyle geçiyordu: Beni yakarak öldürecek" Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan da bağırıyordum: "Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!" "Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala gülümsüyor ve "Daha değil!" diyordu. "Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı. Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi. "Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum. "Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!" dedim. Onun cevabı ise aynıydı: "Henüz değil!" "Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı. Korkudan ölecektim. "Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!" diye bağırdım. Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı. "Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!" diye düşündüm. Pencereden bakıp ona yine yalvardım, ama o yine "Daha değil!" diyordu. Ancak bu defa ustanın yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm. "Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki, kapak açıldı ve ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım, hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi: "Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?" Ona "Evet" dedim. Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve "Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım." "Evet bu sensin!" dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin. Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin. Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın. Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın. Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı. Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu. Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde." Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim: "Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet! Bana zarar vereceğini düşündüm. Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim. Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum. Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana verdiğin için teşekkür ederim… Teşekkür ederim." Usta fincanı, Yaratıcı insanı şekillendirir. Yeter ki acı da ki hikmeti görelim. Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir öğrenebilsek…
Kısa Bir Şiir
Vurgundun öylesine, hiç kimseyi görmezdin
Gözlerindi her yerde resimlerimi çeken.
Nefes alıp vermeme bile fırsat vermezdin…
Kaçsam da, hayâlindi yollarımda bekleyen

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol